
Yasin’in gösterdiği, cesedin üstünden çıkan sahte paralardan başka; olay yerinde yardımcı olabileceklerini düşündürecek hiçbir şey yoktu metro istasyonunda…
Göğsünden bir kez bıçaklanmış olan meçhul şahıs için savcılık işlemlerinin yapılması ve sonrasında otopsi birimine teslim edilmesi gerekiyordu. Bu prosedürleri oldum olası hiç sevmeyen Komiser Tahsin, sabahın ayazı yüzlerine vururken yanına aldığı Necip’le birlikte metro durağından çıktı.
İnsan sokağa çıktığında, ilk olarak aklına yokluğu gelir. Nesi eksikse, sanki hiç tamamlanmayacakmış gibi olur. Dört tarafı çevrili bir odadan daha esir edici gibidir gökyüzü… Komiser Tahsin ve Necip de, uyanır uyanmaz cinayet alarmına koşturdukları için acıkan karınlarının yeni ayırtına varıyorlardı.
Necip, bir yeri işaret ederek Komiser Tahsin’i de biraz zorlayarak içeri soktu. Gelen garsona hevesli bakışlarla iki kahvaltı siparişi veren Necip, Komiser Tahsin’in sert bakışlarıyla karşılaşmamak için sokaktan gelip geçenlere göz atıyordu. En nihayetinde pes edip gözlerini kocaman açacak Komiser Tahsin’e baktı:
- Ne?
Komiser Tahsin, babacan bir gülüş takılarak başını sağa sola salladı.
- Oğlum ne gerek var böyle şeylere? Bizim fırından poğaça çıkmıştır!
Necip, isyan edercesine ellerini yukarı doğru açıp kollarını masaya dayadıktan sonra konuştu:
- Amirim, sizi kaç yıldır tanıyorum; şöyle bir ağız tadıyla kahvaltı yapamadık! Ne var bir kere de böyle olsa?
Komiser Tahsin, bu çıkışa karşılık Necip’in beklediği gibi gülerek tepki vermemişti. Bilakis duraksamış, yüzüne gölgeler düşecek kadar geriye yaslanmış ve derin düşüncelere dalmıştı. Necip, böyle durumlarda ona ilişmemesi gerektiğini bilecek kadar uzun süredir tanıyordu Komiser Tahsin’i… Ancak merakı da içini kemiriyordu; ne hata yaptığını, neden bir esprinin bu kadar ciddi bir sonuçlara yol açtığını merak etmekten geri duramıyordu!
Neyse ki kısa bir müddet sonra çayları ve kahvaltı tabakları gelmişti de; yemeye koyulmuşlar, Necip için de sohbet imkanı doğmuştu. Komiser Tahsin’in, ağzına attığı bir zeytin ve ona katık ettiği ekmek parçasından sonra yutkunduğu çayından sonra kendi sorusunu yapıştırıverdi:
- Amirim, yanlış bir şey mi söyledim demin?
Komiser Tahsin’in dudaklarının kenarına bir gülüş konuverdi. Çayından birkaç yudum daha aldıktan sonra kafasını olumsuz anlamda sağa sola salladı. Yutkunup cevapladı:
- Tam tersi! Gerçekten çok doğru bir şey söyledin… O kadar süredir birlikte çalışıyoruz, ki çok da severim seni… Buna rağmen hiç dışarı çıkıp bir şeyler yapmamışız.
Bazı anlar vardı, o anlarda sanki size bir pas atılmıştır ama ceza sahasının çok dışında durursunuz; pas verecek bir arkadaşınız yoktur, şut çekebilecek bir durumda da değilsinizdir… En sonunda sanki birisi gelip o topu çekip alıverir altınızdan, bir boşluk hissi oluşur. Necip’te de bu tarz bir his oluşmuştu. Ortamın havasını değiştiren gene Komiser Tahsin oldu.
- İyi yaptın ama beni dinlememekle! Uzun zamandır kahvaltı yapmamıştım böyle teferruatlı!
Necip, gülerek laf attı:
- Hadi canım, ne kadar uzun bir süre olabilir ki?
Komiser Tahsin, iç çekerek ağzına bir lokma peynir attıktan sonra yutkunup cevapladı:
- En son, evliyken kahvaltı yapmıştım… Bir hayli oldu.
Peşi sıra potlar kıran Necip, en iyisinin susmak olduğuna karar vererek kahvaltısına döndü. Yaklaşık beş-altı dakika boyunca konuşmadan, tabaklarındaki yiyecek namına her şeyi silip süpürmüşlerdi. İkisi de, kahvaltıları bitince sırtlarını geri yaslayıp çaylarında kalan son yudumları içmiş; bu esnada da göz göze gelmişti. Gülümseyerek masaya bakıp tüm kahvaltının bittiğine kanaat getirince de gözleriyle onaylaşıp ayaklandılar. Komiser Tahsin’in ısrarcı yürüyüşünün önüne geçemeyeceğini anlayan Necip, cebinden çıkardığı hesap ücretini masaya bırakıp yanındaki garsona da talimat verdi ve Komiser Tahsin’in kasada hesap ödediği sırada yanlarına gelen garsonun sözleriyle sinirli bir tavır takınmasını ise gülerek izlemeye koyuldu.
- Ne gereği vardı?
Sinirle yanına gelen amirinin ilk söylediği söz bu olunca Necip daha da gülmüştü. Konuyu uzatmadılar ama adetten olduğu üzere bir sonraki yemeğin hesabını Komiser Tahsin’in ödemesi konusunda sözleştiler.
Arabaya binip de emniyete gelene dek havadan sudan konuştular, emniyete varınca da Necip Cinayet Büro’ya giderken Komiser Tahsin kantinden bir şeyler alacağını söyleyip yolları ayırmıştı.
Kantine girdiğinde ise koşuşturan polisler yüzünden ne alacağını unutup kendisini gündelik telaşa kapılmış buldu Komiser Tahsin. Birkaç dakika kendisiyle savaşıp hatırlamaya çalışsa da ne almak istediğini unuttuğunun ayırtına varıp hayıflanarak kantinden çıktı. O sırada otopsi deyince İstanbul Emniyeti’nde ilk akla gelen kişiyle, Dok’la, çarpıştı.
- Ne oluyor yahu! Ne bu telaş!
Komiser Tahsin cevap vermeden, Cinayet Büro’ya dönmek istedi. Etraf daha da kalabalıklaşmış gibi geliyordu; tüm teşkilat üstüne üstüne yürüyor gibi geliyordu! Derin bir nefes alırken görüşünün bulanıklaştığını fark etti; gözleri kararırken kendisini geriye doğru atıverdi Komiser Tahsin.
(Devam Edecek)