XXXXX

Tepki

Ben okumayı-yazmayı hep sevdim. 1996’dan beri gazeteciyim, 1998 yılından bu yana periyoduna göre gazete ve dergilerde günlük, haftalık yazılar hazırlıyorum. Bu bir iş. Karşılığında para alıyorum. Benim gibi işi yazmak olan insanların yazdıklarını okumak için okurlar da gazete ve dergilere para veriyor. Dolayısıyla ticaretin gerektirdiği bütün kriterler bu sürecin içinde. Yazar – okur – reklamveren ilişkisi bunlardan sadece biri. Basını kapsayan kanunlarla tekzip, sansür, para ve hapis cezası gibi birçok hukuki düzenlemeyi de unutmayalım.

Medyanın her mecrasında her şey önceden belirlenen bir periyodda yayınlanmak zorundadır. Onun için para veren okur, reklamveren, sponsor vardır…

Okur tarafında belki de hiç düşünülmeyen şey, yazarın hayatında her zaman yazacak bir şey olmadığıdır. Kimi dönemler sıradandır. Bırakın yazmayı, konuşmaya değer bile bir şey olmaz. Ama o köşe, sayfa, dolmak zorundadır. İçeriği boş yazıların, radyo ve televizyon programlarının en büyük sebebi de budur.

Silivri gibi dedikodusu bol bir ilçede yaşadığımızdan dolayı ben bu tip bir sıkıntıyı neredeyse hiçbir zaman yaşamadım. Ama 13 yıldır neredeyse her gün köşe yazanların her seferinde dolu dolu yazmasını nasıl beklersiniz?

Yurtdışında; özellikle batıda bizdeki anlamda köşe yazarı yoktur. Belirli konulardaki uzman yazarlar, yazmaya değer bir şey olduğunda yazar. Ama ilginç bir tezat olarak bizde okurlar takip ettikleri yayınları yazarlarına göre seçer.

Unutturduğumuz esas konumuza dönelim.

Mecburiyetten yazmak işkencedir.

Her okur, takip ettiği yazardan, verdiği paranın, ayırdığı zamanın karşılığını nasıl istiyorsa, aynı zamanda yazarın da okurlardan beklentileri var…

NYT’dan Thomas Friedman’ın yazdığı Longitudes and Attitudes adlı kitaptan alıntı yaparsak eğer;

“1- Okuyucu köşe yazısını okusun ve ‘Vay be bunu bilmiyordum’ desin. Ne de olsa her köşe yazan arada sırada ‘öğretmen’ rolüne soyunmaya kalkar, bilerek ya da bilmeyerek.

Haberin devamı 19.10.2011 tarihli Hürhaber Gazetesi’nde…



YORUM YAP