İhsan Özkes

Siyasal İslam


İslam, siyasi, hukuki ve ekonomik bir sistem değildir, bir inanç ve ahlak dinidir. Bireyleri inançlı kılar, davranışları ahlaki çerçevede etkiler ve ahret mutluluklarını sağlar. Kaynağı Kuran'dır. Hedefi devlet kurup işletmek değildir.
İdeolojiler, tamamen dünyaya ilişkindir, akıl ürünüdür, eleştirilere açıktır, değiştirilebilir. Dinin ideolojileştirilmesi; onun, diğer ideolojilerle rekabet ortamına çekilmesine ve eleştirilmesine yol açar ve ideolojinin malzemesi kılar.
Siyasallaştırılan din desteğinde iktidara gelinmesi halinde, iktidarların kaçınılmaz kaderi olan yıpranma ve sürekli başarılı olamama durumunda, (dini siyasete alet edenler geçici saltanat sürerler ama) kutsal değerler zarar görür.
Devletin ve siyasetin din alanına çekilmesi doğru olmaz. Çünkü siyaset ve devlet bilimsel esaslarla yürütülür. Diğer bir deyişle deneme yanılma yöntemiyle doğruya ulaşılmaya çalışılır. Dini kurallar ise deneme yanılma ile ortaya konulmamıştır. İslam'ın sadeliğini muhafaza ederek, akıl ve mantık çerçevesinde, yenilik ve gelişmelere uygun yorum esnekliği vardır. Yorumlar, dinin yerini almadığı ve aslını gerilerde bırakmadığı sürece, bu esneklik, dine canlılık ve aktivite sağlar. Elbette aslını koruma kaygısı, dinin hayattan kopmasına yol açmamalıdır. Ancak, üretilen düşünceler, inançlar ve ibadetler, asıllarının üzerini külleyip, gerçeği ile bağlantının kopması, dine yapılabileceklerin en tehlike-lisidir. Çünkü bu haliyle, ilahi olmaktan çıkar. Özünden uzaklaştırılmış, geleneklerin, ideoloji¬lerin ve siyasallaşmanın hâkim olduğu bir din olur. İslam'a böyle bir zararı, düşmanlığı açıkça yapan hiçbir güç veremez. Ancak dinin dibine dinamit koyan bu tehlikeyi, tarih boyunca bilerek veya bilmeyerek inanç istismarı yapan bazı Müslümanlar oluşturmuşlardır. İşte bu büyük ve sinsi tehlikeyi durdurmak, İslam'ın sadeliğini korumak ve yozlaşmalara karşı mücadele vermek, her Müslüman'ın görevidir. Ancak, din bilginlerinin bu mücadeledeki yeri öncelikli ve belirgin olmalıdır.
Din, siyaset ve ticaret üçgeni kurulan bir toplumda, siyasallaşan, ideolojileşen ve çıkar amaçlı kullanılan bir dinden beslenenler, menfaatlerinin elden çıkmaması için meşru, gayri meşru her çareye başvururlar. Kendilerine karşı duranlara amansız bir savaş verirler. Karşı olanlar birer din bilgini de olsalar, onlara dinsiz, imansız, reformist, hain, ajan, münafık gibi her türlü ithamlarda bulunurlar. Bu nedenledir ki, bu kesimde din istismarcılarına karşı "kral çıplak" diyenler oldukça sınırlıdır.
İslam, Allah'a kulluğu esas alıp, kula kulluğu kaldırırken, kula kulluğun yaygın olduğu İslam dünyasının durumu ortadadır. Dinin siyasallaşması, liderlerin saltanatını, yandaşlarının çağdaş ağalığını, tebaanın da köleliğini beraberinde getirmektedir. Siyasal İslamcıların Allah adına yaptıkları politik eylemler, ahlaki temelden yoksun oldukça, Allah adına zulüm yapan alan genişlemektedir.
1855'de Osmanlının köleliği kaldırması üzerine, Mekke'den Şeyh Cemal'in şu fetvası çarpıcı bir örnektir: "Köleliğin kaldırılması şeriata aykırıdır. Kadınların peçesiz dolaşmalarına izin vermek, kadınlara boşanma davası açma hakkının verilmesi gibi yenilikler, ilahi kanuna aykırıdır. Bu tür yeniliklerle, Türkler kâfir olmuşlardır. İşledikleri bu suça karşılık, kanlarını akıtmak ve çocuklarını köle yapmak caizdir."
Bu fetvanın arkasından cihat çağrısı yapılmış, Osmanlı yönetimine karşı ayaklanma başlamıştır ve ancak ertesi yıl Haziran ayında bastırılabilmiştir. Hicaz Bölgesinde köle satışı uygulanmasına izin verilmiştir. Diğer yenilikler de İstanbul Baş Müftüsünün Hicaz'daki Müftülere yazdığı mektuplarla yalanlanarak ortam yumuşatılmıştır.
Hz. Muhammed, karşısında titreyen kişiye "Korkma! Ben, kurutulmuş et yiyen bir dul kadının oğluyum" demiştir. Kendisinden hakkını isteyen kimseye "Hak sahibinin konuşma hakkı var¬dır" ve "Zayıfların incitilmeden haklarını güçlüden alamadığı bir toplum kalkınamaz" diyerek hakkını fazlasıyla vermiştir. Hz. Ebubekir her şeyini fakirlere bağışlamıştır.
Hz. Ömer, halka baskı yapan valisine "Analarının hür olarak doğurduğu insanlar, köleleş-tirilemez" demiştir.
Hz. Ali, valisine "Haksız yollarla alınan malları, gasp edenlerin (hortumcuların) ellerinden al... Hizmet vermeden vergi isteyen kişi, ülkeyi harabeye çevirir, insanları helak eder... Ülke¬nin haraplığı, halkının çaresizliğinden ve sefaletinden kaynaklanır. Bunun sebebi de, yönetici¬lerinin servet toplama hırsları, makamlarında kalma kuruntuları ve geçmiş olaylardan ders al-mamalarıdır" demiştir.
Hz. Muhammed'in getirdiği din ile yıkmak istediği, bir zaman sonra din sömürücüleri tarafından aynı dinin istismarı ile yerleştirilmiştir.
Bugün Müslümanları siyasi iktisadi ve sosyal yönden çökerten nedenlerin başında, dini tekel-lerinde tutan güçlerin, dini dindarlara karşı silah olarak kullanmaları gelmektedir. İslamcılık iddiasındakiler, sürekli devlete eklemlenmenin peşinde koşmuş, tarihten gelen devlet zoruyla hükmetme alışkanlığını terk edemedikleri için, hep devleti ele geçirip oradan halka hükmetmeye çalışmıştır.
Dini söylemlerle saltanat kuranlar, çağdaş din soyguncuları ve din baronları etkisiz kılınmadı-ğı sürece, Allah ile kulları arasındaki parazitler, Yaratanla yaratılanların iletişimine geçit ver-meyeceklerdir. İnsanlar mutsuzluğa ve umutsuzluğa mahkûm olacaklardır. Bir siyasi dinin hâkim olduğu toplumda, baskılar özgürlüğü yok eder, korkular kendiliğinden yerini alır, o kadar ki, aileler arası ilişkilerden gönüllü örgütlenmelere kadar her şey siyasileşir.
Siyasal İslam destekçisi Müslümanlar, kendileri gibi düşünmeyenlere karşı duydukları kinin ve verdikleri mücadelenin yüzde birini, dinlerini aslından uzaklaştıran siyasal İslamcılara, din istismarcılarına, bağnazlara ve yobazlara karşı verseler; işte o zaman dinin güzellikleri tüm dünyaya yansıyacaktır.
İslam'a ve Müslümanlara tarih boyunca en büyük zarar, din istismarcılarından ve dini saltanat haline getirenlerden olmuştur.
Siyasal İslamcılık ile siyasallaşan din midir? Dinleşen siyaset midir? Yoksa hem din siyasallaşmakta, hem de siyaset mi dinleşmektedir? Her ikisinin de olduğuna tarih şahittir. Ancak, siyasal İslamcılık ile din, din olmaktan, siyaset, siyaset olmaktan çıkıyor. Siyasal İslamcılık denen ucube, hem dini hem de siyaseti asıl mecrasından çıkardığı gibi özelliklerini de değiştirmektedir. Siyasal İslamcılık, dini ve siyaseti birbirine kaynaştırmakla, kendisi devekuşu gibi oluyor ama bu devekuşu ne devedir ne de kuştur.
Siyasal İslamcılar, siyaset sahnesine çıktıklarından günümüze kadar, yegâne malzemelerinin halkın inançları ve dini duygular olduğu kuşkusuzdur. Meydanlarda ve özellikle sokak aralarında seçim çalışmalarını "dine hizmet" diye yürütmeleri, siyaseti "dini veriler"le ve "cihat şuuru"yla yapmaları ile dini siyaset ile özdeşleştirdiklerinin açık delilidir Tüm bunlara rağmen dinin siyasallaşmadığı veya siyasetin dinleşmediğini söylemek demagoji olur. Hele hele din üzerinden siyaset yapanların zaman zaman din üzerinden siyaset yapmadıklarını söylemeleri, karayı ak göstermektir, bir ulus önünde yapılan siyaset cambazlığından öte bir şey değildir.
Siyasal İslamcılara destek veren tüm insanları yargılamak doğru olmaz. Bu kitle içerisinde inançlarında samimi, dürüst insanların sayısı oldukça çoktur. Taban, tavan tarafından aldatılmaktadır. Siyasal İslamcılar bütün yük ve sıkıntıları dindarlara çektirmişler, kendileri ise saltanat sürmüşlerdir.

YORUM YAP