BAKİ ÇİFTÇİ

Silivri Deprem Çayıştayı’nın ardından

1 Şubat 2020 Cumartesi günü Silivri Dayanışma Platformu'nun organizasyonu ve Silivri Belediyesi ve Kaymakamlığı'nın desteğiyle düzenlenen Silivri Deprem Çayıştayı'nı yoğun katılımlı bir kitleyle birlikte izledik. Konuşmacıların sunumlarında deprem davranışları, tarihleri, tsunamiler, zemin özellikleri değerlendirildi. Silivri merkez ve mahallerinde, içinde yaşayanlar açısından yüksek riskli konutların, can ve mal güvenliği açısında büyük bir tehdit olduğu bir kez daha tespit edilmiş oldu. Uzmanların anlatıları ve tespitleri bizi karanlık bir labirentte kaybolmuşçasına endişeye sürükledi.

Silivri tarihi bir kent, kim bilir kaç deprem yaşadı. Ama ne olursa olsun bugünkü kadar dere yataklarına, çürük alüvyonlu zeminlere bu kadar yoğun konut yapılmamıştır. Şimdi durum başka; yerel yönetimlerin parlatıp reklam edildiği gibi ne “Silivri Mutlu”ne de “Silivri'de Yaşamak Güzel”miş. Elbette bu söylemleri popülist bir hedef olarak anlayabiliriz. Felaket tellallığı için değil ama Silivri, Büyükçekmece, Avcılar, Bakırköy, Fatih ve Zeytinburnu gibi ilçelerin üzerlerine örtülü tül perdeyi araladığımızda, gerçek bütün çıplağıyla ortada. (Çalıştayda bir kez daha ortaya çıkan sonuç) Binlerce insan tehlike içinde, hem de yetkililerin ve uzmanların itirafıyla herkesin yüreğini ağzına getirecek cinsten… Bu yazı yazılırken iki deprem daha kaydedildi.

Binlerle anılan çürük zemin üzerinde, kullanım ömrünü tamamlamış, imalatı sorunlu, erozyon sonucunda demiri de betonu da bitmiş ve en kötüsü depremlerde hasar görmüş bu konutlarda ne kadar insan yaşıyor?

Öyleyse lafı dolandırmadan hemen sormamız gerekiyor. Ne yapmalı? Depremin günü saati belli olmamakla birlikte her an olması yüksek riskin ötesinde, tehlikenin kapımızda olduğu gerçeğine karşı ne yapılacak? Buna benim bir cevabım var. Ama önemi var mı? Yok! Silivri sivil toplum kuruluşlarının, platformların cevabı var mıdır? Vardır. Değeri nedir? 1999 Ağustos büyük yıkımından bu yana ulusal ve uluslararası yapılan binlerce toplantı, rapor, çağrı, çalıştay, yakarış, mahkeme, direniş geldiğimiz nokta üç beş müteahhidi zengin etmeye yarayan rant odaklı kentsel dönüşüm projeleri… Uzmanların söylemiyle “bir arpa boyu!”  Yeni bir soru takılıyor insanın aklına. Bu ülkenin yurttaşlarının canının değeri nedir? Elbette Silivri Dayanışma Platformu'nun inisiyatif almasının çok kıymetli bulduğumu belirtmeliyim.

Gözlemlediğim kadarıyla Silivri deprem çalıştayına belediye meclis üyelerinin ve kaymakamlık makamında yeterince katılım yoktu. Silivri Dayanışma Platformuna bakıştan mı, yoksa deprem gerçeğinin yeterince can yakacak bir sorun olarak görmediklerinden midir? Ya da ellerinden bir şey gelmeyeceğini peşinen bildiklerinden mi? Her şeyin merkezi iktidarın yetkisinden olduğunu, biz ne yaparsak yapalım yukarısı emretmezse bir şey olamayacağını bildiklerinden mi bilinmez ama belediye başkanının yaklaşımını olumlu bulduğumu belirtmeliyim.

Ancak belediye başkanının mensubu olduğu partinin bugüne kadar depremle ilgili TBMM de herhangi bir önergesi olmadığı gibi (en azından ben bilmiyorum.) verilen önergeleri de iktidar partisiyle birlikte peşinen ret etmiş olmalarını sayın başkan açısından çelişkili bir durum arz ediyor.

1 Şubat çalıştayındaki sunumunu Silivri halkından ve İBB den önce, kendi parti yetkililerine sunmalı ki, onları ikna edebilirse “kimse depremle ilgili bir şey yapmasa da ben peşini bırakmayacağım” sözünün karşılığı olsun. Çünkü; herkes bilir ki Silivri'de yarın değil, bugün geliyorum diyen kitlesel tehlikenin bertaraf edilmesi doğrudan iktidarın harekete geçirilmesine bağlıdır. Belediyenin tek başına bunun altında kalkması mümkün mü? Belki belediye başkanı kendi partisi üzerinden iktidar müttefiki olarak deprem tehlikesinin TBMM' taşınmasına katkı sunabilir! Daha güçlü bir destek sağlarsa herkes için hayırlı olmaz mı?

Çalıştay programında var mıydı bilinmez bir den ortaya çıkan AKP milletvekiline plaket verdirilmesi sırasın da söylediği güzel sözlerine karşılık, Silivri'ye gelmeden önce  deprem araştırma, hazırlıkları ve deprem paralarının akıbeti gibi  önergelere TBMM inde oyunun rengi  “evet mi, hayır mıydı?” Sonucunu bilmeme rağmen içimden sormak geldi. Silivri için iktidar milletvekili olarak, geliyorum diyen depremin öncesiyle ilgili bir girişiminiz, önergeniz, somut bir çalışmanız var mıdır? Mesela başkaca çaresi olmadığı için, bile bile yüksek riskli konutlarda oturan yurttaşların ivedilikle güvenliklerinin sağlanması için, yerel yönetimlere hızlı imkan sağlamak adına iktidar nezdin de somut  bir girişiminiz var mıdır? “Bende Silivri'de yaşıyorum” demek geliyorum diyen felakete cevap değildir.

Bunları sormadan can ve mal derdine düşmüş halkımızın çaresiz bekleyişlerini perdelemiş oluruz ki STK'lar açısından kaş yapayım derken göz çıkarmak durumuna düşmüş oluruz ki, böyle bir şeyin parçası olmayı kendi adıma asla istemem.

“Vatandaşa tebliğ ediyoruz konutun riskli, evini terk etmeniz lazım diyoruz, vatandaş evini terk etmemek için direniyor. Emlak değerini canından üstün görenler var. E ne yapalım mülkiyet hakkını ihlal edemiyoruz.” Gibi gerekçeler yurttaşları göz göre göre geliyorum diyen felakete terk etmek olur ki ahlaken de, hukuken de, vicdanen de devlet “ne haliniz varsa görün” diyemez. Can ve mal güvenliğini önleyici tedbirler almak devletin anayasal görevdir. Kanun gücünü kullanmak devlet adına iktidardadır. Gerisinin vebali büyüktür.

Herkes bilir ki felaketler her yerde önce yoksulları vurur. Toplumsal eşitsizlik burada da karşımıza çıkar. Bir zenginin riskli konutlarda oturması mümkün müdür? Diyelim ki kazara oldu. İkinci, üçüncü hatta bilmem kaçıncı seçeneği olan bu soğukta çadır kuyruğuna girer mi? Bir taş çorba için veya çocuklarını soğukta ayazda bırakır mı? Bütün dünyada ve bizde da herkes bilir ki depremlerde, savaşlarda, kıtlıkta, salgın da, taşkında her acı, ölüm kıyım, yıkım yoksulun başın da patlar.

O nedenle “konutun riskli hazırlıklı ol, binanı yıkalım, üste bilmem şu kadar daha ver, konutunu yenileyelim, kiranı da biz verelim. Olmadı kredi sağlayalım” la olmaz. Konut “araba değiştirmeye” benzemez. Arabasız da yaşarsınız ama evsiz olmaz. İşte demokratik sosyal, hukuk devletinin “adaleti” burada ortaya çıkar. O nedenle ille de “demokrasi” diye tutturmamızın ve uğrunda bedel ödememizin nedeni budur. O nedenle yoksulun, zayıfın, mağdurun, çaresizin beton yığınları altın da kaldıktan sonra değil, hemen şimdi can ve mal güvenliği için toplanan deprem paralarının nerede olduğunu soruyoruz.

Kimse cebinden bir şey koymuyor, bu bir lütufta değil, halkımız bu bedeli “deprem vergisiyle”  devletin kasasına koymuş. Çıkarıp adaletli bir şekilde kullanmak gerek. Yapılmıyorsa Silivri'de ve risk altındaki tüm yurttaşların “yuvasının yıkılmasını” önlemek öyle duyarlı yurttaşlara filan yıkmadan depremin yol açacağı kuvvetle muhtemel yıkımdan önce kullanılmasını talep etmek en temel hem insan, hem de yurttaşlık hakkıdır.

Halkımızı çaresiz bırakmak yerine demokratik taleplerini yükseltmek esastır. Sivil toplum kuruluşları ve birey insiyatifleri iktidar karşısında halkın yanında demokratik baskı unsuru olmalıdır ki, güven içinde, onurlu, karnı tok, sırtı pek bir yaşamın kurulmasında tuzumuz olsun.

Bir kez daha tekrar etmek gerekirse; kimsenin yardımına muhtaç duruma düşmeden depremin öldürmeyeceği bir yaşam mümkün.  Aksi halde kör göze parmak hesabı geliyorum diyen depremlerde ölmek kader değil, cinayet olacaktır. Yıkıntılar arasında insan kurtarıyorum diye kasıla kasıla fotoğraf çektirmelerine ve on saniyelik ekran görüntülerine gerek kalmasın...

Herkes bilir ki önlemek yıkımdan yedi kat daha ekonomiktir. Deprem arama kurtarma ekiplerinin bağrışları kulaklarımda çınlıyor hala.” Orada kimse var mıı? (1999 Adapazarı)  Ben şimdiden bağırıyorum ölüm ve yıkımları önlemek için “ orada kimse var mııı?

YORUM YAP