Cemil Kenar

Herkesin bir hikâyesi var

Artan yabancı sayısı ve transferlerin istatistiki veriler dikkatle alınarak yapılması futbolun büyüsünü bozuyor. Seyirci de olmayınca oynanan oyun keçiboynuzu tadı vermeye başladı.

Eski tadı yakalamak için çuvalla keçiboynuzu çiğnemek gerekiyor. Çok yüksek kontratlarla en iyi imkânlarla çalışan oyuncuların oynadığı oyun heyecansız duygusuz. Herkesin kendi istatistiki verilerini tutturmaya çalıştığı oyun haline geldi. Çünkü biz oyuncunun kariyerini satın alıyoruz. Yüksek kontratlar oyuncunun yaptıklarının bedeli olarak veriliyor, yapacaklarının değil.

Oysa futbolda tek itici güç para değildir.

Maddiyat çok şeydir ama her şey değildir.

Maneviyatın da güçlü olması gerekir. Maneviyat sadece gol atınca secde etmek de değildir.

Takım kültürü.

Takım ruhu.

Aidiyet duygusu ve gelişmiş bir spor ahlakı gerektirir. Bunlar eksikse çok para harcasanız istediğiniz her oyuncuyu alsanız bile o eski tutkuyu coşkuyu yakalayamıyorsunuz.

Fenerbahçe'de olduğu gibi!

Eskiden öyle miydi?

Bilgisayarın henüz oyuna girmediği yıllardı, Çatalca'da hazırlık maçımız vardı. Antrenörümüz “bugün denenmek için bir oyuncu gelecek ona bir bak beğenirsen alalım” dedi. Gelen oyuncu alışılmış futbolcu profilinden çok, biraz kilolu gözüktü, zeki bir öğrenciye benziyordu. İkinci yarı oyuna attık ve maç bitmeden de evraklarını aldık.

Uşak'tan okumak için İstanbul'a gelmiş, üniversite takımında birkaç maç oynamış ama Kocaeli'nde bir yerel TV programında futbola Silivri'de başladığını söyleyen kardeşimiz bizim o dönem için efsane kadromuzun en önemli oyuncularından biri olmuştu.

Sezonun ilk maçı için takım ısınmaya çıktığında O yoktu. Baktım soyunma odasında oturuyor, ‘sen niye buradasın neden ısınmıyorsun' dedim. ‘Yorulurum abi' dedi.

‘Isınmadan oyuna başlarsan sakatlanabilirsin takımla birlikte ısınman lazım' dedim. ‘Peki dinlenmek için zaman kalacak mı?' dedi. ‘Sen biraz açma germe yap tekrar içeri geleceksiniz' dedim. İlk böyle başladı, ofsayt pozisyonunda top alamadığında ‘abi bunlar bana top atmıyor' diye dert yanıyor, ‘rakip bana küfür ediyor' diye şikâyet ediyordu.

O zamanlar saha topraktı bir maçta düştü eli ayağı kanadı, masöre yok, okunmuş sudan başka tedavi malzemesi yok, ‘abi ya halime baksana ben nasıl devam edeceğim' diye kıvranıyordu. Ben de ona bir sakız vererek ‘al bunu çiğne acını unutursun ama yakaladığını içeri atmayı unutma' diyerek teşvik ettim ve Gökhan o sezon Silivrispor formasıyla 30 gol attı.

Gol kralı oldu.

İşte burada çok önemli bir fark var.

Gol kralı oldu ama şimdikiler gibi havaya girmedi gitti Zeytinburnuspor'un seçmelerine girdi. Bizim golcü başarılı bir arta saha oyuncusu olarak Zeytinburnuspor'un şampiyon kadrosunda yer alarak 1. Lige çıktı. 1. Lig oyuncusu oldu.

Sık sık konuşuyorduk.

Kadıköy'de Fenerbahçe maçları vardı, akşam arar ‘abi ya yarın Fenerle oynuyoruz ben onları TV'den seyrediyordum, şimdi onlara karşı nasıl oynayacağım' diye heyecanını dile getiriyordu. Fenere karşı da oynadı hepsine karşı oynadı ama hep oynadı…

Denenerek geldiği Silivri'de amatör kümede gol kralı olarak başlayan, seçilerek gittiği 1. Lig ve 2. Ligin önemli kulüplerinde geçen başarılı futbol hayatı talihsiz sakatlıklar neticesinde sona erdi ve pro lisans sahibi teknik direktör ve mali müşavir Gökhan Terci olarak Maşukiye'de hayatına devam ediyor.

Gökhan'ın hikâyesi bizim için esprili keyifli hoş bir anı olmakla birlikte özellikle de iki maç oynayıp burnundan kıl aldırmayan genç futbolcular için çok önemli dersler içeriyor.

Futbol yeteneğine müdahale edilmemiş karakterle oyuncularla daha güzeldi…

YORUM YAP