İlker Bayrak

Harbiye, Beyoğlu

Ne kadar memnun oluyorum bilemezsiniz, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarına gittiğimde... Hele ki Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi... Çocukluğumdan beri yüzlerce oyun izlemişimdir bu sahnede... Şimdilerde fuayede, iki güzel şey sergileniyor. Muhsin Ertuğrul Beyin piyanosu ve Tebebaşı Dram Tiyatrosunun maketi... Cuma, cumartesi akşamlarında büyüklere oyunlara, pazar günü çocuk oyunlarına koşturuyorum Silivri'den kalkıp İstanbul'a... Ünlü bir söz vardır, “dostun evine giden yol uzak gelmez.” Bir sanat ve tiyatro dostu olarak hiç uzak gelmiyor biliyor musunuz? Silivri ile Harbiye arası yetmiş kilometre vardır. Ama yüz yetmiş kilometre olsa da giderim ben. Seve seve, koşa koşa gidiyorum. Çocukluğum Taksim'de geçti. Taksim Sahnesi'nin günü salı; Salı günü genelde Taksim sahnesindeki oyunları izlerdim. Çarşamba günü Harbiye Muhsin Ertuğrul... Perşembe ve Cumaları Fatih Reşat Nuri... Hafta sonlarında Atatürk Kültür Merkezindeki operalar ve oda tiyatrosundaki oyunlar... Bilenler çoktur bu mekânları... Taksim'de, Harbiye'de hala sokaklar sanat ve tiyatro kokar. Sanki Shakespeare'in bir oyunundan bir karakter fırlayıp çıkacak gibi hissederim. Sadri Alışık Tiyatrosunun önünden hürmetle geçerim. Nedense yüzümde bir tebessüm kalır. Turist Ömer'den mi dersiniz? Sanat kokar bu sokaklar... Yalnızca tiyatro değil, bir resim galerisi... Pera'da bir özel koleksiyon bir şeyler hep bulunur orada... Muammer Karaca Tiyatrosu vardı bir ara... Böyle sanki çok yıllanmış gibi konuşmak istemiyorum ama, zaman eskitiyor insanı. Ben çocukken böyle sayardı büyüklerimiz... Yadırgardım, öyle oluyormuş insan. İnsan özlüyormuş çocukluğunu... Çocukluğundaki, gençliğindeki meşgaleleri... O zamanki sanatçıları da özlüyorum. Çocuklarımı geçen pazar Bir Kümes Hikayesi isimli çocuk oyununa götürdüm Harbiye'ye... Duvarda asılı duran vefat etmiş sanatçılara gözüm takıldı. Onları unutturmamak, yaşatmak adına; asmışlar resimlerini ne de iyi düşünmüşler... Çocukluğumdan, gençliğimden birçok isme rastladım. Avuçlarımız kanayana kadar alkışladığımız aktörlere, aktrislere...
Bu avuçlarım kanayana kadar alkışlamak deyimi benim yaşantımda doğrudur biliyor musunuz? Bugünkü yazı iyice gevezelik oldu. Ama anlatayım. Lüküs Hayat oyunundayım. Kim bilir belki bu kaçıncı izleyişim. Babaannemden binbir dalavere ile aldığım parayla bir saat almıştım. Onun klipsi açılmış. eski saatleri binlerler çoktur. Öyle çok alkışlıyormuşuz ki rahmetli Suna Pekuysal'ı, Birsen Kaplangı'yı,... Ellerim alkış sesi çıkarmak için vurdukça birbirine saatin açılan klipsi de çizmiş delmiş bileğimi... Oyundan fuayeye çıktığımda ellerim kan içindeydi. Hissetmemişim. Yani avuçlarımız kanayana kadar alkışlardık. Rahmetli Ayşegül Devrim'i; o ne güzel Hürrem Sultan'dır. Gazanfer Özcan'ı gördüm duvarda, içim burkuldu. Pembe Konağın Gelinleri oyununun prömiyerini beraber izlemiştik. Ben kalakalmışken duvardaki resimlerin karşısında, “Oyunun başlamasına beş dakika var!” anonsuyla irkildim. Deniz beni elimden tutup sürükledi salona doğru... “Hadi baba, oyun başlayacak, oturalım.” Şahane bir çocuk oyunu: Bir Kümes Hikayesi... Dışarıda yağmur yağıyor. Muhsin Beyin tiyatrosu çocuk sesleriyle doluyor...
Bu hafta Hisse-i Şayia'ya nihayet gidiyorum. 100 yaşında bir oyun Hisse-i Şayia... O kadar mutluyum ki, böyle oyunlarımız ve böyle bir tiyatromuz var. Ebediyete intikal etmiş bütün oyuncularımızı saygıyla, rahmetle anıyorum.
Hoşça Kalın...

YORUM YAP