XXXXX

Günahkar Yazı

Cuma cuma yazacak konu bulamadım evet...

Şarap içmeyi sevmem, sevmekten ziyade, yıllardır kronik reflü hastası olduğumdan, mideme dokunur... Ancak, “şöyle bir tadına bakabilirim”... Lakin bu durum, daha ilk yudumda şarabın “notunu” vermemi sağlar. O ilk yudum, mideme ulaşmadan, yemek borumu dahi yakmaya başladıysa, o şarapta iş yoktur arkadaş... Şarap değil, sirke gözüyle bakarım eşimin-dostumun kadehindeki sıvıya ve acırım...

Bu sayede, sekizinci sınıf bir “vinolog” olma yolunda hızla ilerliyorum. İşin içine biraz genel kültür, biraz da sağdan soldan arakladıklarım girince, eh bu yazıda da ahkam kesebilirim...

Türk şaraplarının içinde, hepten kelek olanları da vardır, orta hallileri de. “Büyük” bir şarabımız ne yazık ki yoktur, çünkü buranın toprağı da iklimi de ne Biscaye Körfezi'nin kıyısına benzer, ne Loire ya da Moselle vadilerine, ne Toscana'ya ne Sicilya'ya.

“Köpeköldüren” tabir edilen berbat şaraplarımız da vardır (gerçek adını yazarsam mahkemeye verirler), son yıllarda şarap içmeyi yeni öğrenen hırt zengin çocuklarının yanlarında gezdirdikleri “manitaya” hava atmak amacıyla pek rağbet ettikleri “Kalecik Karası” falan da...

Öküzgözü, Boğazkere, Hoşbağ, Buzbağ, şu bağ, bu bağ... Bunlar, yemekte içilebilir nitelikte “sofra şaraplarıdır”... Fena da değildirler, fakat bunlara son yıllarda “lüks” havası verildi, etiketleri yenilendi, fiyatları yükseltildi ve hırt zenginlere yutturuldu. “Chateau Petrus” bulamayan Kalecik'le “kifaf-ı nefs” ediyor...

İlla “yabancı olsun” diyenlere, bugün en kıytırık bakkalda bile şişe şişe Medoc, Chianti, Valpolicella, Remole, Nero d'Avola, San Giovese bulmak mümkün... Aşağı yukarı aynı düzeyi tutturmuş Şili, Kaliforniya, Güney Afrika ve Avustralya şarapları da cabası.

İşin garibi, “orta kalitenin üstü” sayılan bir şişe Medoc ile, pek de ahım şahım olmayan bir şişe “fiyakalı” Doluca aşağı yukarı aynı fiyata satılıyor.

(Şaraptan ahkam kesmişken hazır, açık konuşalım, Türk birası da pek öyle ahım şahım değildir. Marka söylersem gene dava açarlar, lumpenlerimizin pek sevdikleri o ünlü ve en ucuz içki, at sidiği gibi tatsız ve hatta acıdır. Eşşeğe versen içmez, fakat musluk suyuyla karıştırılınca, motor yağında kızarmış midyenin yanında iyi gidiyor demek ki... Maçlarda olay çıkarıp adam bıçaklayanlar bu içkiyi tercih ediyorlar. İşte bu nedenle yabancılar geldiler ve ortaya Carlsberg gibi, Tuborg gibi, Miller gibi, Beck's gibi, kimisi iyi kimisi orta halli fakat “içilebilir” biralar çıktı... Heineken ya da Kronenburg 1664 gibi daha iyilerini de paranız varsa bulabilirsiniz.)

Ancak artık Türkiye'ye şarap satan yabancı markalar da, yabancı şarap ithal eden firmalar da kaçmayı düşünüyorlar, çünkü vergiler vahşi...

Şarapta özel tüketim vergisi, yüzde 120... Rakıda bu oran yüzde 26...

Siyasi iktidar, şarap sektörünü niçin öldürmek istiyor? Dini nedenlerle mi?

Peki öyleyse rakının, votkanın, cinin ayrıcalığı mı var? Şarap haram da rakı helal mi?

“Halk rakı içiyor, onun rakısıyla oynamayalım, pis burjuvalar da şarap yerine zıkkım içsinler” mantığı mı yürürlükte?

Tabii, Silivri'nin meseleleri, hele “o neden aday oldu da bu olamadı?” gibi enfes ve “pek yaratıcı” konular dururken bunu yazdım diye kimileriniz kızacaktır.

Ancak şarap sektörünün can çekişmesi de, siz isterseniz sabah akşam için, ister ağzınıza hiç koymayın, önemli bir memleket meselesidir ve Türk şarabının ölmesiyle, diyelim Şırnak vilayetinin elden gitmesi arasında fazla bir fark göremiyorum.

Azıcık iktisat öğrensek daha bir milliyetçi olacağız.

Yine de sizi kesmedi mi bu durum? O zaman sabredin, Pazartesi konuyu Silivri'ye bağlayacağım...

Bu arada siz de, kim neden aday oldu, kim neden olamadı, kime oy vereyim gibi konularla kafa yorun...

YORUM YAP