XXXXX

Cahilin Atına Binme...

Yerel basından müstafi, yaygın basından kovulma, kendisine saygısı olan hiç bir gazetecinin yazı yazmayacağı beşinci sınıf mahalle gazetelerinde dahi adam gibi bir yazı kaleme alamayan zat-ı muhteremi bilirsiniz.
Kendisi ara sıra, uzmanlık alanı olan sallama haberleri bırakır, hiç bilmediği, aksi gibi öğrenmemekte de ısrar ettiği konularda ahkam kesmeye çalışır. Eline yüzüne bulaştırır, ben de yazısını "vah zavallı" diye diye okur, sonra da hiç başka işim-gücüm yokmuş gibi, oturur yazdıklarını düzeltmeye koyulurum.
Zat-ı muhterem, geçtiğimiz gün yine tarihe el atmış, lisede tarih dersini adam gibi dinleyen, hayatında üç-beş tarih kitabı okuyan, hiç olmadı "aptallar için tarih" öğreten popüler tarih dergilerine şöyle arada bir göz atan sıradan bir insanın bile bileceği en basit konuları bile karman çorman edip, üstüne de tüy dikmiş.
Konuyu içine edip bıraktığı için en başından almak farz;
Çocukluğumuzda bize öyle öğrettiler, papağan gibi onlar da yineledi biz de yineledik.
"Denize döktük" deyince gözümün önüne hep incir, tütün ve barut kokuları içinde Birinci Kordon'dan patır patır suya atlayan ve çırpıntılı İmbat dalgalarında debelenen Yunan askerleri gelirdi. Ya da bizimkiler onları arkalarından sopayla ya da süngüyle itiyorlar, onlar da cuppa denize...
Öyle olmadı.
Gerçi Kordon'dan patır patır denize atlayanlar vardı ama onlar sivillerdi!... Hem de İzmir'e girişimizden tam bir hafta sonra. Yangından kaçıyorlardı. Yüzlercesi de böyle öldü. "Denize döktük" deyimi, çok hoşumuza gittiği için "mecazi" anlamda kullanılmıştı.
26 Ağustos sabahı saldırıya geçtik, dört günde Yunan ordusu çözüldü. İzmir yolu açılmıştı, oraya varmamız da on gün sürdü.
 Onları yendik ama yok edemedik.
Buna gerek de yoktu, bu bir "imha" savaşı değildi. Amacımız Yunan ordusunu bitirmek değil, topraklarımızın işgal altında tuttuğu kesiminden çekilip gitmesini sağlamaktı.
Ege'yi cephede bozularak ve kaçarak, Doğu Trakya'yı da Mudanya Mütarekesi uyarınca "anlaşmalı" boşalttılar.
İstanbul mu? Onun kurtulmasına daha çok vardı, tam on üç ay... İstanbul için kesin bir barış antlaşmasını beklemek zorundaydık.
Ama bu da yeni kuşaklara, bir de bunun gibi "dingillere" hemen sağlanmış gibi öğretildi. Öyle ya, İzmir'in kurtuluşu 9 Eylül, İstanbul'un kurtuluşu 6 Ekim, Silivri'ninki 1 Kasım... Arada bir, bir buçuk ay var gibi görünüyor ama aslında bir yıldan fazla var.
Yunan ordusunun bir kısmı İzmir'e doğru çekildi, bir kısmı kuzeybatıya, Kütahya üzerinden Bursa'ya doğru kaçtı.
 Kuzeye kaçanlar Mudanya'dan Tekirdağ'a geçtiler.
Bunları kovalayamadık, yetişemezdik, gücümüzü dağıtamazdık. Fevzi Paşa'nın yaptığı saldırı planında böyle bir şey de öngörülmemişti. "Kendi hallerine" bıraktık.
Adamlar o kadar ucuz kurtulmuşlardı ki, birkaç gün sonra darbe yapıp Gounaris hükümetini devirecek ve Atina'ya gidip oraya el koyacak gücü de buldular kendilerinde!
Ahmaklara ve kötü niyetlilere de özel duyurumuzdur: Bütün bunlar, kazandığımız büyük ve parlak zaferin şanına gölge düşürmez. Savaşı biz kazandık ve kesin kazandık.
Yani, tarihten bi'haber, genel kültürü yerlerde sürünen arkadaşa, açıp da adam gibi bir kaynaktan okumasını öneririm.
Bir not da; Kıbrıs Çıkarması konusundaki sallamasyonuna...

Haberin devamı 21.09.2011 tarihli Hürhaber Gazetesi’nde…


YORUM YAP