12 ilk’in kadını; Lerzan Öke

12 ilk’in kadını; Lerzan Öke

9.03.2017 09:48:29

Sıra dışı bir kadının, sıra dışı yaşam öyküsü… Sanat, sanatçılar ve topluma adanmış bu hayatın macera dolu yolculuğunu düşünerek, heyecanlanarak, şaşırarak okuyacaksınız...

Halkla ilişkiler aydınlığımızın temsilcisi Betül Mardin ve Nazan Moroğlu gibi isimler arasında Cumhuriyet tarihimize adını yazdıran Lerzan Öke, 1964 ile 1973 yılları arasında ülkemizi yurt dışında temsil etti. Seramik sanatında çimentoyu kullanmak suretiyle bir reform yarattı. Bu yeni buluşu ile sadece ülkemizde değil sanatı ve kişiliğiyle Avrupa basını ve televizyonlarında da en sık yer alan sanatçı unvanını kazandı Öke. 1959-1960 yıları arasında Kıbrıs Ledra Palas'ta açtığı sergi ile Romalılardan 4 000 yıl sonra seramik sergisi açan ilk sanatçısı ünvanlını kazandı ve bu olay Kıbrıs'taki seçim haberlerinin bile önüne geçti.
Öke, Bayındırlık Bakanlığında verdiği tatbikatlı konferanstan sonra yapılan resmi teklif ve ihale yoluyla İstanbul Mecidiyeköy Lisesi'nde yaptığı Duvar Tezyini ile Türkiye'nin ilk kadın müteahhidi oldu.
1964'te THY ile yaptığı anlaşma üzerine gökyüzünde uçaklar içinde yaptığı sergi büyük ses getirdi. Fransa televizyonu Paris'e uçak indiği zaman çekim yaptı ve yayınladı. Sergi Türkiye Büyükelçiliğinde büyük bir ilgi ile devam etti. Türkiye basınında haber sekiz gazetede manşet oldu. Öke, kendi rekorunu da kırdı, uçakta ikinci sergiyi derneği adına açan ünvanlını da başarılarının arasına yazdırdı. Paris televizyon ve radyoları bu haberi “Gökyüzünden Paris'e indirilen sanatçı karması” olarak verdi. Yedi Avrupa ülkesinde sadece sanatı ile değil modern Türk kadını olarak moda sayfalarında yer aldı.
Seramik sanatını, sanat yazarlığı ile birlikte yürüterek, on iki gazete ve dergide sanata ve sanatçıya ışık tutan Öke, 1974'te Kıbrıs Çıkartmasına da savaş muhabiri olarak katıldı ve Ordunun moral kaynağı oldu.
Kurucusu olduğu Sanatçılar ve Sanat Sevenler Derneğine 36 yıl başkanlık yapabilmiş nadir dernekçilerden biri olan Öke halen bu görevinin başında.
Silivri ve Anadolu Yakasında Kadıköy halkına yoga hocalığı yaptı ve bu sporun geliştirilmesi, sevilmesi için çaba sarf etti. Öke'nin “ilklerin kadını” sayılmasındaki nedenlerden biri de belediyelerin yanı sıra askeri birlikler nezdinde ve sivil halka Yoga sporunu sevdiren kişi olması. Ayrıca Başbakanlığa bağlı Kasımpaşa'da korunmaya alınmış 50 çocuğa yaz aylarında Silivri'ye geldikleri kamplarında gönüllü hocalık yaparak onların morallerini yoga sporu ile düzeltmek, yalnız olmadıklarını hissettirmek için emek harcadı.
Sanatçı, gazeteci, koleksiyoner ve yönetici kimliği ile Öke, Türkiye'ye uluslararası boyutta bir “Sanatçılar Köyü” kazandırdı. (Silivri – Akören ve Gazitepe yolu üstünde) 28 yıldır bürokratik engellerden kurtaramadığı bu köyün halen kurucu ve denetim kurulu başkanıdır.
Sanatçıya 2006 yılında Isparta Süleyman Demiral Üniversitesi tarafından “12 ilkin kadını” ödülü verildi ve aynı yıl ulusal ve uluslararası alandaki kişisel çabalarından dolayı Pendik Rotary Kulübü tarafından “12 ilkin kadını” ödülüne layık görüldü. Bugüne kadar sayısız ödül almış ve hocaları tarafından en çok resim ve büstü yapılan ve hatta heykeltıraş Kenan Yontunç tarafından Üsküdar Şemsipaşa sahilinde Atatürk Anıtının sağındaki genç kız olarak yer alan Öke, bugün 85 yaşında hala aklınızı başınızdan alabilme yeteneğine sahip bir azim ile yaşam tutkusuna sahip… Silivri Kadın Girişimciler Derneği ve Rotary Kulüplerinin onursal üyesi olup Kadir Has Üniversitesi tarafından hayatı belgeselleştirilen bu eşsiz kadını daha yakından tanımaya ne dersiniz?

“ATATÜRK'Ü ÇOCUK YÜREĞİMDE MANEVİ BABAM İLAN ETTİM”
Sevginar SALİ: Lerzan Öke hayata nasıl başladı?
Lerzan ÖKE: Annem ve babam 7 yaşımdayken ayrılmışlardı. Atatürk öldüğü zaman da 7 yaşındaydım. Sokaklarda insanlar ve annem durmadan ağlıyordu. Anneme neden ağladığını sorduğumda “O hepimizin babasıydı” dedi. Bu cevaptan sonra Atatürk'ü çocuk yüreğimde manevi babam ilan ettim ve ona layık bir evlat olmaya karar verdim. Sanat ve yaşamımda yine onun veciz sözlerinden biri olan “Herkes her mevkide olabilir ama sanatçı olamaz” sözünden feyz alarak tüm zorlukları yendim. Ama hayatımın sonuna doğru yaklaştıkça ülkemizin içine düştüğü bu çarpık düzenden nasıl kurtulacağını düşündükçe; Atam sen kalk, ben yatayım diyesim var.

“HALK EVLERİ MEZUNİYETİ OLMAYAN BİRER AKADEMİYDİ”
Sevginar SALİ: Sanata ilginiz nasıl başladı?
Lerzan ÖKE: CHP döneminde Halk Evleri mezuniyeti olmayan birer akademiydi sanki. Kadıköy Halk Evi'ndeki kurslardan tam 10 sene boyunca feyz aldım. Halk Evi'nde hem müziğe hem de heykel kursuna gidiyordum, üniversite hocaları eğitim veriyordu. Biraz da oraya borçluyum galiba sanat hayatımı çünkü tiyatro ve müzik dâhil her türlü kurs vardı. Seramikten önce sanat çalışmalarıma heykelle başladım. Her gün ayrı bir kursa giriyorduk. Günümüzde belediyelerimizin bünyesinde bu kurslara, geç dahi olsa, zira zararın neresinden dönerseniz toplumumuz için kardır, tekrardan yer vermesini candan kutluyorum.

“HASTANEDE İŞE BAŞLAMAMIN SANAT HAYATIMA DA ETKİSİ VARDI”
Sevginar SALİ: İş hayatınız nasıl başladı?
Lerzan ÖKE: 16 yaşındaydım. Yaşımı 2 sene büyüttüm resmi bir işe girebilmek için. İlk işim Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin üniversite kısmında Başhekim Sekreterliğiydi. Gündüz çalışıyordum akşamları da Halk Eğitim Merkezinde kurslara devam ediyordum, günlerim dolu dolu geçiyordu. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde işe başlamamın sanat hayatıma da etkisi vardı. Şöyle ki; hastanenin bahçesinde düşünen adam heykelini yapan heykeltıraş aynı zamanda hastanede tedavi gören imtiyazlı bir hastaydı. Doktorlar ona ayrı bir ihtimam gösteriyordu Heykeltıraş Kemal Künmat. Sanıyorum şizofrendi, bana aşık oldu, evlenmek için ısrar ettiği bir gün Başhekimin arkasına saklanarak kaçtığımı hatırlıyorum. Öyle bir maceram da var. Onun sanatına eğilebilmek ve yakın olmak için hastanedeki bu görevi kabul ettim ama 9 ay tahammül edebildim. Zira hasta sanatçı ısrarını her geçen gün arttırıyordu. Dr. Faruk Bayülgen ve o tarihteki tanıdığım hastanenin önemli doktorlarından edindiğim bilgilerle dünya görüşüm bile değişti. İleriki yıllarda da Yoga ve Reki bilimini inceleyerek içimdeki ikinci Lerzan'ı buldum ve de başım sıkıştıkça bu ikinci Lerzan dostum ve yardımcım oldu. Hastanenin en küçüğü, doktorların maskotu gibiydim. Hatta Kadıköy'den gidip gelmem zor oluyor diye nöbetçi hemşireler gibi hastanede kalıyordum. Görevimden ayrıldıktan sonra Başhekim Faruk Bayülgen ile dostluğumuz devam etti. Sanatçılar ve Sanat Sevenler Kulübü Derneği'ni kurduğumuz zaman kendisini aradım, onursal üyemiz oldu. Derneğimizin kurucu üyesidir. Onu 8 sene önce kaybettik. Allah'tan rahmet diliyorum. Hastalarını müzik ve plastik sanatlarla tedavi eden sistemli çalışmalarını saygıyla anımsıyorum.

İŞ DENEYİMLERİ
Sevginar SALİ: Hastanedeki işinizden ayrıldıktan sonra neler oldu?
Lerzan ÖKE: Yeni bir iş bakmaya başladım. Şimdiki zaman gibi değildi. İşler kendi kendine önüme çıkmaya başladı. İstanbul Beyoğlu'nda kumaş desenleri çizen bir atölyede desinatör olarak çalıştım.
Sonra mimari bir büroda aydınger kâğıtlarına çizimler yapmaya başladım. Gözlerim biraz da oradan bozuldu galiba. Mimarların çizimlerinin üzerinden geçiyordum tekrar. Planlamada kendime göre bir takım değişiklikler yapmasını öğrettiler. Resim sanatında desenleri tam yerine oturtmaya mimari sağlamlık deriz. Burada öğrendiğim teknikler ileriki yıllarda yaptığım sanatsal çalışmalarımı daha başarılı kıldı.

DENİZCİLİK BANKASI…
Ardından bankacılık hayatım oldu. Denizcilik Bankası Bilanço Servisi'nde 28 erkeğin arasında çalışan tek kızdım. O zaman 18 yaşındaydım. Yine aralarında en küçük bendim. Başarılı 5 yıllık bankacılığım var. Bilanço Servisi bankacılığın en zor birimlerindendir. Bankamıza müfettiş geldiğini ve beni çağırdıklarını duyunca ‘Hatamı buldular her halde' diye çok korktuğumu hatırlıyorum. Oysa defterleri muntazam tuttuğum için takdir ettiğini belirtmek için çağırtmıştı. Genel müdürlerimiz eskisi ve yenisiyle tam eski İstanbul beyefendileriydi. Osman Dardağan ve Ulvi Yenal… 18 yaşında bir kızım beni çağırdıkları zaman ayakta karşılardılar, kapıya kadar da geçirirlerdi. Son derece nazik insanlardı. Dayanamadım bir gün Ulvi Yenal'a sordum; ‘Eşinize de bu kadar nazik davranıyor musunuz evde?' diye. “Efendim ben evvela tanrıya sonra eşime taparım” yanıtını verdi. Osman Dardağan ile de Kadıköy, Bağdat Caddesi üzerindeki bir apartmanda kardeşimin aynı bina komşusu olmaları nedeniyle akraba gibi olmuş ve eşine gösterdiği nezaket ve saygıdan feyz almaya çalışmıştım.

FİTAŞ FİLİMCİLİK…
Bankadan sonra Fitaş Filmcilik Şirketi bana talip oldu. Ben iş aramadan firmalar, kişiler bana talip olmaya başladılar. 1 400 sinema bize bağlıydı. Benden evvel çalışan kişi hem kasa hem müşteri hesapları elinde, bir hayli suiistimal yapmış o yüzden erkek çalışandan vazgeçmişlerdi. Bankalar arası iyi eğitilmiş eleman arıyorlardı. Bana talip oldular İpekçiler Ailesi olarak. 6 patron karşımdaydı. 1400 sinemanın hesabını bir çırpıda vermem, kaç para alacağı, kaç para borcu olduğunu söylemem lazımdı. En sonunda sürmenaj geçirdim. 3 yıllık mukavele yapmıştım. Çok büyük para alıyordum. Bazı isteklerimi de açık sözlülükle mukaveleye ekletmiştim. Kabul etmişlerdi. Gelinliğimi bile Amerika'dan getirttiler.

İLK EVLİLİK
O süreçte de ilk evliliğim yaşandı. Daha doğrusu olmayacak bir evlilik yaptım. Ailemde bu konuda stresli günler yaşamıştım ama ne çare ki gönül ferman dinlemiyor. 13,5 yaşında bir de oğlu olan bu adamı sevmiştim ve evet demiştim.
Firma ile sözleşmem bittikten sonra ayrıldım, evlenmiştim de… Fitaş Filmcilik, bir sene yerime kimseyi getirmedi. Yetiştirdiğim elemanlar idare ettiler dönmemi bekleyerek. Adı geçen firmadan tüm ısrarlarıma rağmen ayrılışımın bir nedeni de İpekçi Ailesinin en büyükleri Fahri İpekçi'nin bana olan ve giderek artan ilgisinden ürkerek, olumsuz bir evliliğe evet demiştim. Sade, makyajsız ve son derece ciddi görüntüm olduğu halde bu konuda tüm çalıştığım iş yerlerinde rahatsız edildim.

“ÖZEL HAYATIMIN EN SANCILI, SANAT HAYATIMIN EN YARATICI DÖNEMİYDI”
Sevginar SALİ: Film şirketinden ayrıldıktan sonra neler yaptınız?
Lerzan ÖKE: Evlenmiştim. Daha film şirketine geçmeden bankadayken başlayan bir süreçti bu. Eşim çok kıskançtı. Bir keresinde bankaya girerken müfettişle aynı hizaya denk gelmiştik “Kusura bakmayın efendim. Sizden evvel yerime geçmek için acele ediyordum” derken müstakbel eşim beni takip etmiş bizi ayaküstü randevulaşıyoruz sanmış. Müfettişin işitmesini istemediğim bir söylevle beni müşkül bir duruma düşürdüğünü hala hatırlıyorum. O zaman evli bile değildim. Ama maalesef sevmiştim evlendim. Bir de çocuğu vardı. 13,5 yaşında geldi bana. 5 sene o sıkıntıyı da çektim. O çocukla beraber dokuz doğurmuş kadar oldum. Çocuk yapmadım onun yüzünden. Evliyken çalışmadım. Eşim Galatasaray mezunuydu. Yüksek tahsilini dış münasebetlerden yaptığı halde hariciyeci olacağına kalkmış inşaat müteahhidi olmuş. Kıbrıs'ta Denktaş'tan önceki Devlet Başkanı Fazıl Küçük ile Türk kesiminde devlet büyüklerinin ağırlanıp toplantıların yapıldığı; Anadolu Kulübü için ortaklık oluşturmuştu. 1959-1960'ta Kıbrıs'a bir haftalık gelin olarak gittim. Özel hayatımın en sancılı ve fakat sanat hayatımın en yaratıcı dönemi bu süreçte yaşandı.

“EN ZOR ZAMANLARIMDA EN ANLAMLI FİGÜRLERİ YAPTIM”
Sevginar SALİ: Neler oldu, nasıl oldu?
Lerzan ÖKE: Biz Kıbrıs'a gittikten 4-5 ay sonra Anadolu Kulübü, ortağımız Fazıl Küçük ve şürekâsı işimizi elimizden aldı. Mafya usulü, resmen gasp yaptılar. Bütün paramız kulübün kasasında kaldı. Elimizde cüzi bir miktarla üçüncü sınıf bir otel odasına kapandık. Atlas Otelindeki odamızda akla gelebilecek her türlü sıkıntılara göğüs gererek 22 gün sanat çalışması yaptım. Parasızlık yüzünden o dönem devam eden Saray Otel inşaatından gizilce kum ve çimento çaldırdım kocama. Babı Ali yokuşundaki kırtasiyecilere fayans üzerine yaptığım çizimleri koyuyordum. Buna yönelmeye karar verdim. Çaresiz kalınca kocam bana karşı biraz yumuşadı, sinirli ve kıskanç yanlarını törpüledi. Seramik çömleklerimle neler yapacağımı planlamaya başladım. Saray Otel'in sahibine daha sonra bir eserimi hediye ettim sergide; durumu anlattım ve rahatladım. Mutsuzdum, imkânsızlıklar içine düştüm, çileli günlerden Yoga eğitimimden aldığım bilgilere tutunarak çıkabildim. Çok enteresandır; en zor zamanlarımda en anlamlı figürleri yaptım.

“BİR SANATÇI İÇİN ZAMANINDA VE YERİNDE SERGİ AÇABİLMEK ÇOK ÖNEMLİ”
Kocamın sokağa çıkışı yasaklanmıştı. Telefonla devamlı tehdit alıyorduk. Sene 1959 tam seçim zamanıydı. Bütün dünya basını Kıbrıs'taydı. Bir sanatçı için zamanında ve yerinde sergi açabilmek çok önemlidir. Kocamın kırılan gururunu, hayatımızın kaymasını, sıfırlanmamızı ve nasıl bir gasp ile işimizin elimizden alındığını anlatmam lazımdı. Çıktım gittim Fazıl Küçük'e, “Beyefendi bu nasıl iştir böyle?” dedim. Kaybedecek bir şeyim yoktu. “Rum kesiminde sergi açacağım ve siz de mecburen geleceksiniz. Gelmezseniz sizin bize yaptığınızı orada açıklayacağım” dedim. Gelmedi ama bütün kurmaylarını uyarmış, onun namına geldiler. Ledra Palace Kıbrıs'ın en büyük oteliydi o zaman. Rumlar bana inanılmaz itibar gösterdi. Sanat romansı orada başlıyor.
Düşünebiliyor musunuz? Sergi salonunun kapısı önüne, bir otobüs dolusu talebe , korumalarla birlikte Islah Evleri çocukları da geldi. En ilginç ziyaretçim ise Yunanlıların meşhur sanatçısı Piladivis “Sergi haberi seçim haberinin önüne geçti” diye sinirlenmiş. “Kimdir bu kadın?” diyerek, hastaneden ambulansla, makara ayaklı sandalyeye alınarak sergi mahalline gelmişti. Televizyonlara poz vermeyi bıraktım koştum ellerine sarıldım, sedyeden indirdim. Koluma girdi, yavaş yavaş sergiyi gezdirdim. Defterime, “Lerzan Öke gibi sanatçılarla Türkiye daima iftihar etsin” diye yazdı. Hangi sanatçıya nasip olur bu? Rum televizyon operatörü “En büyük sanatçımız ayağınıza geldi” dedi.

Efsane gibi bir şey oldu. Bir anda Türkiye'nin dışına taştı ismim. Romalılar'dan 4 bin sene sonra Kıbrıs'ta ilk seramik sergisi açan sanatçıydım artık. Lefkoşa ve Lefke'de daha sonra iki sergi daha açtım. Türk kesiminde açtığım iki sergide ışıkları keserek sabote etmeye çalışan Fazıl Küçük'e inat 41 mum yakarak açtığım sergilerle yine başarı kazanmıştık. Fazıl Küçük'ün bize yaşattıklarından sonra onları dize getirip krallar gibi davullu zurnalı Türkiye'ye döndük.

“HİÇBİR SANATÇIYLA KIYASLANMAZ BENİM SANATIM; YOKTAN VAR ETTİM”
Hiçbir sanatçıyla kıyaslanmaz benim sanatım; yoktan var ettim. Ayrıca yenilik elde ettim. Bayındırlık Bakanlığında verdiğim tatbikatlı konferanstan sonra çimentoyu seramiğe katarak, oksit boyalarla 50'ye yakın da renk elde ederek yaptığım Duvar Tezyini yeni buluşumdu. Bayındırlığın bütün mimar ve mühendisleri defterime, “Her zaman yanınızdayız” diye yazdılar.
Bayındırlık Bakanlığından ihale yolu ile aldığım Mecidiyeköy Lisesi Amfisindeki resmi iş ile Türkiye'nin ilk kadın müteahhidi oldum. Ondan sonra bütün oteller, büyük iş yerleri peşime takıldı. Güzel Sanatlar Akademisinin çalışmalarımı tasdiklemesi sonuncunda da gelir vergisinden muaf tutuldum ve benden sonraki sanatçılara da bir yol açmış oldum. İkinci büyük işimi Taksim Keban Otelinden aldım; 41 metre kare alanı rölyef süsledim.
Yenilikler bitmedi tabi; uçakta 5 bin metre yükseklikte hosteslerin yardımı ile sergi açtım Paris'te devam etti. Türk Hava Yollarıyla anlaşma yaptım; tüm fuayelerinde sergi açabiliyordum. 1982 tarihinde kurmuş olduğum Sanatçılar ve Sanatsevenler Derneğimizin karma bir sergisini de yine THY himayesinde açarak derneğimizin adını da duyurmaya çalıştım ama Paris'te televizyon ve radyolar yine “Genç Türk sanatçının Paris'e göklerden indirdiği sanat çıkartması” diye anons ettiler.

Sevginar SALİ: Evliliğiniz ne oldu?
Lerzan ÖKE: Kıbrıs'tan Türkiye'ye döndükten sonra kocama bir süre daha tahammül ettim. Annemi hasta etmişti. Titiz ve kıskançtı. Eşli olarak gittiğimiz toplantılarda gözümün önünde başka kadınlarla dans eder beni kıskandırmaya çalışırdı. “Sen ne biçim kadınsın beni kıskanmıyorsun?” derdi. ‘Ne diye kıskanacağım, babam yaşındasın, sen beni kıskan' derdim; 18 yaş büyüktü benden. Nitekim Kilyos'ta bir yemekli toplantıda karşımda oturan müşterek arkadaşımızın kocasını kıskanarak yüksek sesle öylesine çirkin bir cümle kurmuştu ki eşim dostum, “Bu adamı boşa yanındayız. Boşamazsan sana yapılan her hakareti hak ediyorsun; bizi unut” tarzında adeta bir ültimatom verdiler. Baktım olacak gibi değil, boşadım. Ve sadece kocamı değil onu mahkemeye verdikten sonra Türkiye'yi de terk ettim. Almanya'ya gittim ve de avukatımdan boşanma haberini oradayken aldım. O dönemde evli kadınlar eşinin onayı olmadan yurt dışına çıkamazdı. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes'ten özel izinle yurt dışına çıktım. Adnan Menderes'le randevuyu Tercüman Gazetesi almıştı ve havaalanına 3 korumayla gittim, uçak havalanana kadar da beklemişlerdi. 5 ay boyunca Almanya'da kaldım. İlk başlarda büyük sıkıntılar yaşadım ve Yaradan'a sığınıp önemli sanatsal başarılar elde ettim. Vatan hasretine dayanamayıp döneceğim ülkeme sadece kendime dönük değil, ülkeme dönük de şu unvanları getirmiştim; “Atatürk'ün yolunda yürüyen Türk sanatçı”, “Modern Türk Kadın Sanatçının başarısı”… Kadir Has Üniversitesi öğretim görevlisi kısa bir süre öncesine kadar Silivri'nin Kent Konseyi Başkanı Sayın Ahmet Yörük'ün bendeniz için söylediği “Sanat alemimiz için Lerzan Öke bir rol modeldir” anlamında, “Gündüzleri elinde mala işçi gibi, resmi davetlerde kraliçe gibi…” ifadelerinin yanı sıra moda sayfalarında kılık kıyafetimi bile sayfalar dolusu yazılar yazan, resimleyen gazeteler oldu…

“YALNIZ YAŞAMAKTAN KORTUĞUM İÇİN İKİNCİ YANLIŞ EVLİLİĞİMİ YAPTIM”

Sevginar SALİ: İkinci evliliğinizi ne zaman ve kiminle yaptınız?

Lerzan ÖKE: Türkiye'nin ikinci Başbakanı Hasan Saka'nın yeğeni Müeyyet Saka ile yaptım… İkinci yanlış evliliğim ve 2 sene sürdü. Yalnız yaşamaktan korkup evlendiğim bu insanla yan yana iken son derece yakışıklı bir çift teşkil ediyorduk ama karakter bakımından taban tabana zıt iki kişiydik. Hala onula geçmiş olan iki seneme acıyorum.

“SAVAŞ MUHABİRLİĞİNDEN EMEKLİ OLDUM”
Sevginar SALİ: Gazetecilik ne zaman girdi hayatınıza?
Lerzan ÖKE: Kıbrıs dönüşü Ankara Ulus'ta ve Akis'te gazetecilik hayatım başladı. Ailem oraya yerleşmişti. 15-20 senelik gazetecilik serüvenim var. Ben gazetelere değil, gazeteler bana talip oldu. Yurtdışında ünlenmiştim, yeni buluşumu televizyonlar açıklıyordu. Televizyon programlarından dünyanın parasını aldım. Fransa, Kıbrıs, Almanya, Hollanda, Belçika, İsveç, Amerika'da olmasa bile Türkiye'de hava üstlerinde sergiler açtım. Birçok gazeteden teklifler geldi. Ulus Gazetesi'nin İstanbul Temsilciliğine atandım. Tercüman'da tam sayfa sanat haberleri veriyordum ve Sarı Basın katımı da bu gazeteden almak kısmet oldu. Hergün Gazetesindeyken 1975'te savaş muhabiri olarak emekli oldum.

“YURTDIŞINDA BİR SANATELÇİSİ GİBİ DOLAŞTIM VE İTİBAR GÖRDÜM”
Sevginar SALİ: İstanbul'da uzun yıllar bir de galericilik deneyiminiz var?
Lerzan ÖKE: Karı koca bir ortakla Suadiye'de Şal Galeri diye bir sanat galerisi kurdum. Gece 12'ye kadar açık tutuyordum, yan tarafındaki pastaneye gelenler devamlı ilgileniyorlar diye. Gece bekçisine maaş bile bağlamıştım hatta gazetelerde “Lerzan Öke'nin gece kavalyesi Suadiye bekçisi” diye haber çıkmıştı o tarihte galeriye yakın bir evde oturduğumdan.
Yıldız yokuşunda Tabar Sanat Galerisini kurdum. Er Sanat Galerisini kurduğum iş ortaklarım iki emekli albaydı. Taksim'de de Opera Sanat Galerisini kurdum. Sanat galerilerimin açılışlarını zamanın belediye başkanları yapmıştı. İstanbul Belediye Başkanı Fahri Ata Bey, bir açılışı onunla yapmıştık. Şimdi dernekçe ayda bir defa toplandığımız otelde devamlı olarak sanat danışmanı oldum. Hala Innpera'nın (eski adıyla Dilson) sanat danışmanıyım. İki katını da şu anda galeri gibi kullanıyoruz.

“KENDİMİ SANATA VE TOPLUMA ADADIM”
Yurtdışında tam manasıyla bir sanat elçisi gibi dolaştım ve son derece itibar gördüm. Resmi resepsiyonlara davetli olup mutlaka katılıyordum. Tantanalı bir sanat yaptım yurtdışında. Bir seferi gibi karşılandım. Türkiye'ye dönüp geldiğimde sanatçıların kendi kendilerine sanat yaptıklarını, kendi sanatları dışına taşamadıklarını gördüm ve bütün ünümü bir kenara bıraktım, kitabımdaki ifadede olduğu gibi tam manasıyla kendimi sanata ve topluma adadım. Başarılı sergilerimden sonra da başımı önüme alıp; bundan sonra halka dönük olacağım ve sanatçıyı koruyacağım diye bir nevi ant içtim. Sanat yazarlığım ile başlayan bu macera sanatçı üyeleri yakından tanımama vesile oldu, ileride kuracağım derneğe; hocalarımdan başlayarak, en iyilerini üye yapmaya çalıştım.
Enteresan bir şey söyleyeyim; AKUT yararına Silivri'de düzenlediğimiz son sergide hiç eser satılmadı sadece kitaplarım satıldı. 500 TL'lik bir kitap satışı oldu. Diğer sanatçı arkadaşlar da üzülmesin, evlerine elleri boş dönmesin diye emekli maaşımla hepsinden birer eser satın aldım. Emekli maaşım yetmedi hepsini ödemeye tabi. Önümüzdeki ayda ödemelere devam edeceğim. Kitabımdan elde ettiğim miktarı da yine bir kitabımın içine koyup ve de üzüntümü belirterek derneğimizin onursal üyesi Nasuh Mahruki'ye verdim “İleride bunu telafi ederiz” diyerek. Ancak O'nun şerefine Park Otel'de Silivri Belediyesinin yaptığı evsahipliği ve şahsım ile derneğimizin adına gösterdiğimiz ilginin her hangi bir parayla ölçülemeyeceğini söylemesi üzüntümü hafifletti.

Sevginar SALİ: Sanatçılar ve Sanat Sevenler Kulübü Derneği macerası nasıl başladı?
Lerzan ÖKE: 1978'de Sanatçılar Derneğini kurdum. 4 sene askeri rejim vardı. Bütün derneklerin faaliyetleri durduruldu. Biz o arada Bodrum'da da sergi açtık. Hatta Merhum Sanatçımız Levent Kırca'nın yeri Hodri Meydan'da 500 kişilik geceler yaptık. Dernek üyelerimizin çoğu benimle birlikte yaşlandı, bir kısmı vefat etti, bir kısmı da şehir dışı ve yurtdışına yerleştiler. Ünlü birkaç arkadaşım var, Bodrum'da sanat yaparak yaşıyorlar. Amacımız sanatçıların sesini duyurmak yurt dışından döndüğümde hakikaten sanatçıların çok başıboş olduklarını gördüm. İlk çıkış noktam bu oldu. 36 yıldır 500'ü aşkın sanatçı ve sanatsever ile yollarımız kesişti.

“KADINLAR KENDİ AYAKLARIÜSTÜNDE DURMAYI BAŞARSINLAR”
Sevginar SALİ: Bu kadar şeyi başarmış biri olarak kadınlara nasıl bir mesaj verirsiniz?
Lerzan ÖKE: Öncelikle bir erkeğin koltuğunun altına girmeden ayaklarının üstünde durmayı başarsınlar. Meziyetlerinin üzerinde ısrarla dursunlar. Ben bu yaşta İngilizcemi geliştirmeye çalışıyorum. Önceki evliliğinden yedek parça gibi çocuğu olanlarla sakın evlenmesinler. Sözlülük, nişanlılık gibi bir safha vardır, o aşamada eşlerini çok iyi tanısınlar. Kıskanç ve cimri olan erkekle kati suretle evlenmesinler.
Çok şansız iki evlilik yaptım 35 yıldır cemiyetle evliyim. Tam manasıyla sanata, sanatçıya hatta topluma adanmış bir ömür; hayatımdan memnunum. Günü birlik yaşadığımın farkındayım ve öteki dünyaya ülkemizin içine düştüğü bu akla hayale gelmez zor politik karmaşasıdan kurtulduğunu görmeden gitmeyeceğim.

“ATATÜRK'E LAYIK OLMAK İÇİN 7 YAŞINDAYKEN SÖZ VERDİM”
Sevginar SALİ: Yoğun bir hayat ve bu farklı alanlarda üretmek için gücü nereden buldunuz?
Lerzan ÖKE: Atatürk'e layık olmak için 7 yaşındayken söz vermiştim. Ona layık olmak için Avrupa'ya giderken yanıma veciz sözlerini almıştım. Bizi Almanya'da temsil eden basın ve turizm ataşe yardımcısı Altan Öymen, karı koca hep yanımda olup yardım ettiler ama basın ataşesi Altemur Kılıç öyle değildi. Cebimdeki parayı öylesi bitirtti ki bana kaldığım pansiyonda, suyla nefsimi köreltmeye başlamıştım. Can havliyle ne zaman gitsem futbol topu gibi oynuyorlardı; biri elçilik ilgilensin, diğeri konsolosluk ilgilensin diyordu. Öymen, Türkiye'ye döndükten sonra hakkımda çıkan yazıları göndermek istemiş ama mektuba iliştirmeyi unutmuştu. Çok iyi niyetli bir insan ama unutkanlığı ile meşhurdur. Medyada yer almamla ilgili “Politikacıları bile geride bıraktınız” demişti. Avrupa'da doğru sanat, sağlam iş yapanlara itibar gösteriliyor.

Sevginar SALİ: Sanat dışında farklı bir şeyle uğraşmak ister miydiniz?
Lerzan ÖKE: Danışma Meclis Üyeliğini kaçırdım. Pişman olduğum şeylerden bir tanesi o. Önemli isimleri Ankara'dan istiyorlardı. Tamamen politika ile ilgiliydi. O tarihte Bodrum'daydım. Bir moteli tutmuştuk, sanatçı üyelerimle Bodrum Kalesi'nde sergi düzenliyorduk.

Sevginar SALİ: Silivri Girişimci Kadınlar Derneği iletanışmanız nasıl oldu?
Lerzan ÖKE: Rotary'de Aynur Hanımla tanıştım, KAGİDER ailesine dahil oldum. Onursal üye olarak davet etti, kabul ettim. Ben de onu Sanatçılar ve Sanat Sevenler Derneğimize onursal üye yaptım. Sevdiğim, inandığım ve samimiyetine güvendiğim, yapıcı kişiliğe sahip özel bir dostumdur. Sizi de bu nedenle o da ben de derneklerimize üye yaptık.

Sevginar SALİ: Aşk ve Sanat'ın tarifini yapar mısınız?
Lerzan ÖKE: Aşk, bir hastalık. Bu hastalığa herkes gençlik döneminde bir kez yakalanıyor. İleriki dönemlerde işin içerisine mantık ve gurur giriyor. Sanat için şunu söyleyebilirim; sanatçı doğuluyor, tesadüflerle gelişiyor; Halk Evleri o zaman bu işe yarıyordu.

  • ETİKETLER
PAYLAŞ
« Önceki ÇYDD: Tüm çağdışı yapılara HAYIR diyoruz
Sonraki »

YORUM YAP